• av.eylulkiziloglu@gmail.com
  • Çalışma Saatleri: 09.00 - 18.00
  • 0530 474 60 44

VDK’nın Akaryakıt Kaçakçılığına İlişkin Yaklaşımı ve Hukuka Uygunluğunun Değerlendirilmesi

 

7318 Sayılı Kanunla Yapılan Değişiklikle 5015 Sayılı Petrol Piyasası Kanununun 20. Maddesinin İkinci Fıkrasının G) Bendine Yapılan Ekleme

“Bu Kanuna göre lisansa tabi faaliyetler ile ilgili olarak, 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 359 uncu maddesinin (a) ve (b) fıkraları kapsamında; muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenleme veya bu belgeleri kullanma, belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleme veya bu belgeleri kullanma suçları ile aynı maddenin (ç) fıkrasında yazılı suçların işlendiğinin anılan Kanunun 367 nci maddesi uyarınca Cumhuriyet başsavcılığına bildirilmesi ile birlikte durum, Kuruma da iletilir ve Kurum tarafından her türlü tesiste (rafineri hariç) lisansa tabi tüm faaliyetler kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veya mahkeme kararı kesinleşinceye kadar geçici olarak durdurulur ve bu süre içinde söz konusu tesis için başka bir gerçek veya tüzel kişiye de lisans verilmez. Kesinleşmiş mahkeme kararına göre lisans sahiplerinin lisansı iptal edilir. Bu bent kapsamında kalan fiillere ilişkin olarak verilen idari para cezaları ödenmediği müddetçe lisansa konu tesis için lisans verilmez. Bu bent kapsamındaki suçlara ilişkin vergi incelemesi sonuçlanıncaya kadar söz konusu tesis için başka bir gerçek veya tüzel kişiye de lisans verilmez.”

hükmü gereğince VDK tarafında mükellef firmalar hakkında Sahte belge düzenledikleri/kullandıkları (Vergi Usul Kanunu’nun 359/b maddesi) iddiasına dayalı olarak geçici faaliyet durdurma kararı verilerek akaryakıt istasyonlarına mühürleme işlemini müteakip faaliyetlerine geçici olarak ara verilmektedir.

          Bu mühürleme işlemine ek olarak; VUK 359/b sebebiyle de Vergi Tekniği Raporu ile idari anlamda vergi cezaları kesilmekte ve Vergi Suçu Raporu düzenlenerek mükellefler savcılığa sevk edilmektedir.

          Ancak yapılan tüm bu idari işlemlerde genel olarak VDK tarafından uyulması gereken süreçlere uyulmamaktadır. Ek olarak da; kanuni düzenlemeler hukuka aykırılık teşkil etmektedir.

          Vergi Usul Yasası’nın 30. maddesinde hangi hallerde re’ sen takdir yoluna başvurulabileceği hususu hükme bağlanmıştır. Yasal düzenleme gereği olarak vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya yasal ölçülere dayanılarak saptanmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah kısmı üzerinden vergi salınmasıdır.

VUK Re’sen Vergi Tarhı Başlıklı Madde 30

“Resen vergi tarhı, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı üzerinden vergi tarh olunmasıdır. İnceleme raporunda bu maddeye göre belirlenen matrah veya matrah farkı resen takdir olunmuş sayılır. Aşağıdaki hallerden herhangi birinin bulunması durumunda, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitinin mümkün olmadığı kabul edilir.

1. Vergi beyannamesi kanuni süresi geçtiği halde verilmemişse,

2.Vergi beyannamesi kanuni veya ek süreler içinde verilmekle beraber beyannamede vergi matrahına ilişkin bilgiler gösterilmemiş bulunursa,

3. Bu kanuna göre tutulması mecburi olan defterlerin hepsi veya bir kısmı tutulmamış veya tasdik ettirilmemiş olursa veya vergi incelenmesi yapmaya yetkili olanlara her hangi bir sebeple ibraz edilmezse,

4. Defter kayıtları ve bunlarla ilgili vesikalar, vergi matrahının doğru ve kesin olarak tesbitine imkan vermiyecek derecede noksan, usulsüz ve karışık olması dolayısiyle ihticaca salih bulunmazsa.

5. (Mülga: 22/7/1998-4369/82 md.)

6.Tutulması zorunlu olan defterlerin veya verilen beyannamelerin gerçek durumu yansıtmadığına dair delil bulunursa.

7. (Mülga: 7/1/2003-4783/9 md.)

8. Bu Kanunun mükerrer 227 nci maddesi uyarınca 3568 sayılı Kanuna göre yetki almış meslek mensuplarına imzalattırma mecburiyeti getirilen beyanname ve ekleri imzalattırılmazsa veya tasdik kapsamına alınan konularda yeminli mali müşavir tasdik raporu zamanında ibraz edilmezse,

9. (Mülga: 22/7/1998-4369/82 md.)

Yukarıdaki 2 nci bentde yazılı halin vukuunda mükellefe, takdir komisyonu tarafından 15 günden az olmamak üzere bir mühlet verilerek vergi matrahına ilişkin bilgileri vermeye ve kanuni defterlerini ibraz etmeye davet olunur. Bu davet üzerine mükellef istenilen bilgileri verir ve kanuni

defterlerini ibraz ederse, defter ve vesikalar ihticaca salih bulunmak şartiyle, mükellefe takdir olunacak matrah defter ve vesikaları kayıtlarına göre tesbit olunacak miktardan fazla olamaz.

Vergi beyannamesini kanuni süresi geçtikten sonra vermiş olanlara bu beyannamede gösterdikleri matrah üzerinden re’sen gerekli tarhiyat yapılır ve bu beyannameler re’sen takdir için takdir komisyonuna sevk edilmez. Ancak, vergi incelemesine başlanılmasından veya takdir komisyonuna sevk edilmesinden sonra kendiliğinden verilen beyannameler için bu hüküm uygulanmaz.

Yukarıdaki bentlerin hükümlerine göre re’sen vergi tarhını gerektirir bir sebep yanında ikmalen vergi tarhını da lüzumlu kılan bir durum mevcut ise re’sen takdir sonucu beklenmeksizin gerekli ikmal tarhiyatı yapılır. Re’sen takdir sırasında ikmal tarhiyatına mesnet olan matrah farkı nazara alınmışsa vergi tarhı sırasında evvelce tarhedilmiş olan vergi indirilir.”

 

VUK Verginin İdarece Tarh Başlikli Mükerrer Madde 30

“Verginin idarece tarhı; 29 uncu ve 30 uncu maddeler dışında kalan hallerde, mükelleflerin verginin tarhı için vergi kanunları ile muayyen zamanlarda müracaat etmemeleri veya aynı kanunlarla kendilerine tahmil edilen mecburiyetleri yerine getirmemeleri sebebiyle zamanında tarh edilemiyen verginin kanunen belli matrahlar üzerinden idarece tarh edilmesidir.

Bu takdirde vergi, 131 inci madde mucibince tanzim edilen yoklama fişine müsteniden tarh olunur.

Bu şekilde tarh olunan vergilerle cezalarına ilişkin ihbarnameler bir taraftan, mükellefin bilinen adresine posta ile yollanır; diğer taraftan mükellefin adını, soyadını, hesap numarasını, işini, adresini tarh edilen verginin ve kesilen cezanın miktar ve cinsini gösterir bir ilan vergi dairesinin

ilan koymaya mahsus mahalline asılır.”

1. VDK Tarafından Uyulması Gereken Süreçlere Uyulmaması Hususu

1.1 Mükellef firmalara herhangi bir Vergi Suçu Raporu ve Vergi Tekniği Raporu tebliğ edilmemektedir.

          Vergi Usul Kanununun 134. maddesine göre vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamaktır. Mükellefler nezdinde yürütülen vergi incelemeleri sonucunda vergi inceleme raporları düzenlenmektedir. Eğer incelemede vergi kanunları bakımından eleştiriyi gerektiren hususlar tespit edilmiş ise bunların raporda ayrıntılı olarak belirtilmesi gerekmektedir. Yürütülmekte olan incelemelerde birden fazla mükellefin birden fazla vergilendirme dönemini kapsayan eleştiri konusu yapılabilecek hususların tespit edilmesi halinde vergi tekniği raporu düzenlenmesi gerekmektedir. Bu durumda vergi tekniği raporu, vergi inceleme raporuna ek yapılmakta; vergi incelemesi sürecinde İdare tarafından yapılan ayrıntılı tespitlere, delillere, iddialara, hesaplamalara vergi tekniği raporunda yer verilmektedir.

          İhbarnameye vergi inceleme raporunun eklenmesi kanun gereği yasal zorunluluktur. Mükellefin kendisine ait bilgilerin verilmemesi, 213 sayılı vergi Usul Kanun’un “Vergi Mahremiyeti” başlıklı 5. maddesi kapsamında da değerlendirilemeyecektir.

          Mükellef adına düzenlenen vergi inceleme raporunun tebliğ edilmemesinin esasa etkili bir şekil hatası oluşturduğu ve mükellefin savunma hakkını sınırladığı aşikardır. Hal böyleyken mükellefin savunma hakkı kısıtlanmaktadır. Anayasa Hak Arama Hürriyeti başlıklı 36. Maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6/3 maddesine göre herkes savunma hakkına sahiptir. Mükellefe vergi inceleme raporu ve vergi teknik raporu tebliğ edilmediğinden neden dolayı vergi cezası kesildiğini bilmemektedir. Hal böyleyken Anayasa ve AİHS ile hüküm altına alınan kutsal savunulma hakkı kısıtlanmaktadır

          Mükelleflere tebliğ edilen ihbarnamelerde takdir komisyonu kararı bulunması gerekmektedir. Ancak re’sen takdiri gerektiren inceleme raporu, vergi tekniği raporu mevcut çoğunlukla tebliğ edilmemektedir. Tebliğ edildiğinde ise takdir komisyonu kararı tek sayfadan oluşmakta olup mükellefe kesilen vergi cezasının sebebi bilinememektedir. Ancak dava süresince mahkemece talep edildiğinde gereken açıklamalar yapılmaktadır.

          Vergi Usul Kanunu’nun 35. maddesinin son fıkrasında takdir komisyonunun kararı üzerine tarh edilen vergilerde kararın ve re’sen takdiri gerektiren inceleme raporunun birer sureti ihbarnameye eklenmesini öngören düzenlemesi, talep veya dava hakkının gereği gibi kullanılmasını amaçlamaktadır. Bu nedenle, mükellefin uzlaşma, dava açma ve savunma gibi yasal haklarını kullanabilmesi için tarhiyatın dayanağı olan ve tarhiyatın yapılma nedeni ile matrah farkının tespitine ilişkin hesaplamaların nasıl yapıldığına dair açıklamaları içeren vergi inceleme raporunun ve tarhiyata dayanak alınan mükellefin kendisi adına düzenlenmiş vergi tekniği raporunun ihbarnameye eklenmesi gerekmektedir.

 

1.2. Mükellefler hakkında kesin, somut ve şüpheye mahal vermeyecek hususlar bulunmadığı halde ilgili yaptırımlar uygulanmaktadır.

          Çoğunlukla inceleme esnasında mükellef şirket kayıtlarında, otomasyon kayıtlarında, Defter Kayıt ve beyanlarında, teknik fiziki takip incelemelerinde, Kantar fişlerinde veya banka hesaplarında herhangi bir olumsuzluk tespit edilememiş; olağan ticari faaliyet dışında da kayıt dışı akaryakıt alım satıma ilişkin olarak herhangi bir tespit yapılamamış ve eleştirilecek herhangi bir husus da bulunamamış olsa da söz konusu raporlar tanzim edilmektedir.

          Bilindiği gibi akaryakıt istasyonlarındaki tüm akaryakıt hareketliliğini içeren otomasyon kayıtlarının Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından anlık olarak izlendiği dikkate alındığında; Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun izni olmadan Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı Vergi Denetim Kuruluna bağlı Vergi Müfettişleri tarafından akaryakıt istasyonlarının otomasyon sistemleri üzerinde inceleme ve tespit yapılmasının hukuki herhangi bir dayanağı yoktur. Bu nedenle Vergi Müfettişleri tarafından mükellef şirketlerin işlettiği akaryakıt istasyonunda hukuka ve cari yasalara aykırı olarak yapılan denetim ve tespitler yok hükmündedir.

          Mükellef firmalar hiçbir kaydı silmemiş, sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı herhangi bir belgeyi kullanmamış ve mükellef firmaların envanter kayıtlarında da herhangi bir fiili-kaydi envanter farklılığı kesinlikle söz konusu olmasa dahi VUK 359 kapsamında sorumlu tutulmaktadırlar.

          Buna göre, mükellefle ilgili tarhiyatın varsayım ve kanaatlere dayalı olarak değil, açık ve somut tespitlere dayandırılması gerekmektedir. İdari faaliyetlerin belirliliği ilkesi gereğince, idarenin eylem ve işlemlerinin idare edilenler tarafından bilinmesi ve idare işlemlerinin kişiler yönünden herhangi bir tereddüde ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır olması gereklidir. Bu aynı zamanda hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hiçbir ilke, usul ve yöntem gözetmeksizin soyut verilerle hareket eden idarenin işleminin hukuka aykırı olacağı açıktır.

          Mükellef nezdinde yürütülen vergi incelemeleri sonucunda vergi inceleme raporları düzenlenmektedir. Eğer incelemede vergi kanunları bakımından eleştiriyi gerektiren hususlar  tespit edilmiş ise bunların raporda ayrıntılı olarak belirtilmesi gerekmektedir.

 

1.3. Mükellef aleyhine iddia edilen sahte belgenin düzenlenmek suretiyle elde edilen gelirinin karşıt incelemesi çoğunlukla yapılmamaktadır.

          Karşıt inceleme; başlanılan ve devam eden bir vergi incelemesinde kullanılmak üzere, incelenen mükellef ile ilişkisinden dolayı başkaca mükellefin defter, kayıt ve belgelerinden yararlanılarak yapılan incelemeleri ifade etmektedir. Diğer bir ifadeyle vergi incelemesine alınmış olan ve kanunlarla saptanan belli sınırlarda ve ölçütlerde mal veya hizmet satış işlemi gerçekleştirmiş olan mükellefin tedarikçisi veya alıcı nezdinde yapılan incelemelerdir. Karşıt inceleme tekniğinde esas maksat; mükelleflerin tasdike konu olan işlemlerinde ekonomik olayların gerçek mahiyetini ortaya çıkarabilmektir.

          Ticari ilişkilerin yapıldığı şirket/ şahıslarla ilgili bir inceleme ve araştırma yapılmadan eksik değerlendirme sonucu cezai işlemlerin tesis edilmiş olmasının hukuka uyarlı bir nedeni bulunmamaktadır.

          Mükellef şirketlerin gerçek anlamda ticaret yapmış olduğu şirketlerin başkaca kişilerle sahte belge kullanmış olması mükellefin de sahte belge kullandığına karine teşkil etmez. Böyle bir kabul masumiyet karinesine aykırılık teşkil eder.

          213 Sayılı VUK’un 3. maddesinin ( B ) bendinde; vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya dair muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu, vergiyi doğuran olay ve bu olaya dair muamelelerin gerçek mahiyetinin yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği, ancak vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık bulunmayan şahit ifadesinin ispatlama vasıtası olarak kullanılamayacağı, iktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfetinin bunu iddia eden tarafa ait olduğu hükümlerine yer verilmiştir. VUK’un 134. Maddesinde mevcut “vergi incelemesinden maksat ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamaktır.” Hükmü de mevcuttur.

          Kanun, gerçek mahiyetin ortaya çıkarılmasında yemin hariç her türlü delile izin vermiştir. Bu deliller, tarafların ikrarı, vergiyi doğuran olayla ilişkisi doğal ve açık bulunan tanık ifadesi, muamelenin taraflarının ekonomik ve ticari konumları, işyerlerinin durumu, arandığında bulunup bulunamamasına dair tespitler olabilir.

 

1.4 Gerek sahte belge kullanma gerek sahte belge düzenleme eylemi kastla işlenebilen suçlardandır. Bu suçlar, haksız kazanç sağlamak ve vergi kaçırmak için ya da her iki amaçla işlenmektedir.

          Failde, gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanmadığını ve gerçek bir duruma ilişkin vergilendirme ilişkisi yaratmadığını bildiği halde vergi işlemlerinde kullanmak üzere sahte belgeyi bilerek ve isteyerek düzenleme iradesi veya bu nitelikteki yani gerçek mal alım satımı veya hizmet ifasına dayanmadığı halde doğru bilgileri içermeyen, vergi mükellefiyetine dair yanlış bilgiler içeren sahte olarak düzenlenmiş belgeyi bilerek ve isteyerek kullanma iradesi mevcut olmalıdır.

          1.2 sayılı başlıkta sayılan delillerin incelenmesinde,  mükellef  firmaların açığa  satış   yapmadığı, KDV vergi iadesinden faydalanmak için ilgili vergi dairesine herhangi bir başvurusunun bulunmadığı , dolayısıyla devleti zarara uğratmak amacın matuf herhangi bir eylem içinde olmadığı hususları çoğunlukla ispat olunur. Ancak ilgili delillerin yetince incelenmemesi sebebiyle işbu husus gözetilmez.

          Ortada vergi suçunu oluşturacak herhangi bir eylem mevcut değil iken Vergi Müfettişlerinin vergi suçu oluştuğu gerekçesiyle tutanak tanzim edip rapor düzenlemesi ve tanzim edilen bu rapora istinaden mükellef şirket tarafından işletilen akaryakıt istasyonunun EPDK tarafından mühürlenmesi açıkça hukuka aykırıdır.

          Zaten herhangi bir eylem veya işlemin vergi suçunu oluşturup oluşturmadığının tespiti ancak vergi mahkemesi tarafından yapılacak inceleme ile mümkündür.

 

2. Kanuni Düzenlemelerin Hukuka Aykırılığı Hususu

2. 1 Kabahatler Kanunu’nda açık hüküm bulunmasına rağmen mükellef hakkında aynı anda hem ceza yargılaması yapılması hem de idari para cezası kesilmiş olması hukuka aykırıdır.

Kabahatler Kanunu 15/3. Maddesi;

“Bir fiil hem kabahat hem de suç olarak tanımlanmış ise, sadece suçtan dolayı yaptırım uygulanabilir. Ancak, suçtan dolayı yaptırım uygulanamayan hallerde kabahat dolayısıyla yaptırım uygulanır.”

          Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde açık hüküm bulunmasına rağmen mükellefler hakkında aynı anda;

  • Mühürleme işlemi yapılması,
  • Vergi cezası kesilmesi,
  • Ceza yargılaması yapılması,

hukuka aykırıdır.

Anayasa’nın 90/5. Maddesinin Son Cümlesi

“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

 

AİHS’nin 7 No.Lu Ek Protokolünün 4. Maddesinin  “Aynı Suçtan İki Kez Yargılanmama Ve Cezalandırılmama Hakkı” Başlığını Taşıyan Maddenin 1. Fıkrasının Resmi Çevirisinde

 “Hiç kimse, bir devletin hukukuna ve ceza muhakemesi usulüne uygun olarak kesin bir hükümle mahkum edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı, aynı devletin yargı yetkisi içindeki ceza yargılamaları kapsamında yeniden yargılanamaz veya cezalandırılamaz.”

           AİHS’nin Ek 7 No.lu Protokolü Türkiye tarafından onaylanmış, Resmi Gazete’de yayımlanmış ve bu sebeple de iç hukukumuzda doğrudan uygulanabilir hale gelmiştir. Protokolün vergi suç ve cezaları açısından önemi, “aynı fiilden iki kez yargılanma ve cezalandırılma yasağı” anlamına gelen “non (ne) bis in idem”ilkesini barındırıyor oluşudur.

          Usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan Protokolün 4. maddesinin Türk vergi hukuku açısından bağlayıcı olduğu ve uygulanması gerektiği açıktır. Ancak ilgili maddeyle korunan hak ve ilkeler VUK’un ve Petrol Piyasası Kanunu’nun ilgili maddelerinde göz ardı edilmektedir. Zira bu maddelerde, kaçakçılık suçunu işleyenler hakkında ceza yargılamasına sebebiyet vereceği, idari nitelikteki vergi cezalarının kesileceğini ve mühürleme işlemi yapılacağını öngörmektedir. Aynı şekilde ilgili yaptırımların diğerlerini engellemeyeceğini hüküm altına almaktadır.        

          Ayrıca söz konusu fıkrada, uluslararası anlaşmaların Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasının da dinlenmeyeceği hüküm altına alınmıştır. Ancak ülkemizdeki ilk derece asliye ceza mahkemelerinin çoğu işbu hükmü gözetmemektedir. Uluslararası bir düzenleme olduğu gerekçesi ile göz ardı etmeyi tercih etmektedir. AİHS ise temel hak ve özgürlüklere ilişkin anlaşmaların başında gelmektedir. Sözleşme’nin usulüne uygun yürürlüğe konulmuş bölümleri ile kanunun aynı durumda farklı hükümler içermesi durumunda AİHS’nin uygulanacağı açıktır.

          İlgili ilke adil yargılanma ilkesinin bir sonucudur. “non bis in idem” ilkesi ceza hukuku sebebiyle ortaya çıkmış olsa da zaman içerisinde cezalandırmanın söz konusu olduğu diğer hukuk dallarına da etki eden bir ilke haline dönüşmüştür. Bu itibarla vergi ceza hukukunda da uygulama alanı bulması olağan bir sonuçtur.

          AİHM’e göre vergi ziyaı cezasının, cezai nitelikte olduğunu ve yine cezanın iptali için yapılan yargılamanın cezai karaktere sahip olduğu açıktır. AİHM’nin ulaştığı sonucu, ülkemizdeki mevcut vergi ceza hukuku ve işleyişi açısından değerlendirecek olursak;

  • Kesilen vergi ziyaı cezasının, cezai nitelikte olduğu,
  • Vergi ziyaı cezası kesilmesinde ve hapis cezası istemiyle başlatılan ceza davasında, cezalandırılmak istenen fiilin aynı olduğu,
  • Vergi ziyaı cezası ve hapis ceza süreçlerinin aynı anda devam etmesinde bir sakınca bulunmamasına karşın, birinin sonuçlanması halinde, diğerinde karar verilmese dahi yargılamaya devam edilmesinin “mükerrer yargılama veya cezalandırma” olarak kabul edileceği ve İlke’nin ihlaline sebep olacağı,

sonuçlarını çıkarmak mümkün görünmektedir.

          AİHM’nin “aynı fiil” varlığını belirlemek için aradığı şartlar, olayların zaman ve yer ayrılmaz bir şekilde birbirlerine bağlı olması ve aynı sanıkla ilgili olmasıdır.

          Vergi ziyaına VUK’un 359. maddesindeki fiillerle sebebiyet verildiği hallerde, “zaman ve yer bakımından ayrılmaz bir bağlılık” şartının gerçekleşeceği kuşkusuzdur. Zira vergi ziyaı cezası ve ceza davası, aynı olaydan doğmaktadır.     

Anayasa Mahkemesi Kararı R.G.Tarih-Sayısı : 2022/xx

“…Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 7 No.lu Protokol’de ayrı bir hak olarak düzenlenmiş olmasına rağmen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında bu ilkenin adil yargılanma hakkı ile bağlantılı özel bir güvence olduğu vurgulanmıştır. Bazı uluslararası sözleşmelerde de aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesi açık bir biçimde adil yargılanma hakkının bir güvencesi olarak kabul edilmiştir

Bu ilkeye aykırılık sonucuna varılabilmesi için gerçekleşmesi gereken bazı koşullar vardır. Bu koşullar şunlardır:

– “Ceza” ile ilgili bir yargılama sürecinin olması.

– Bu sürecin kesin/kesinleşmiş mahkumiyet veya beraat hükmüyle sonuçlanmış olması.

– Tekrar (yeniden) “ceza” ile ilgili bir yargılama sürecinin işletilmesi.

– Farklı yargılama süreçlerinin aynı fiile ilişkin olması.

– İlkenin istisnalarından birinin olmaması.

Dördüncü koşul bakımından aranması gereken aynı suç değil aynı fiildir. Nitekim AYM, Ünal Gökpınar kararında suçun unsurları arasındaki farklılıkların incelenmesine gerek görülmediğine ve süreçlere kaynaklık eden fiilin/olgunun aynılığının dikkate alınması gerektiğine işaret etmektedir (Ünal Gökpınar, § 56). Suç ve kabahatlerin aynı fiille işlenip işlenmediğinin tespiti için fiile ilişkin zamansal, mekânsal ve olgusal aynılığın sağlanması gerekmektedir. Aynı fiilden söz edilebilmesi için birden fazla takibat ya da cezaya kaynaklık eden olguların bire bir aynı veya maddi olarak (büyük ölçüde) aynı olgular olması ve aynı zamanda ve mekânda gerçekleşmesi gerekmektedir. Tek bir fiilin cezaya ilişkin iki farklı düzenlemede aynı biçimde ele alınması durumunda birebir aynı olma hâlinden, düzenlemelerde bazı farklılıklar bulunmakla birlikte bu farklılıkların önemsiz olması hâlinde maddi olarak (büyük ölçüde) aynı olma hâlinden söz edilebilecektir.”

          Sonuç olarak; VDK’ca yapılan hukuksuz tespitler neticesinde gerçekleştirilen yaptırımlar da uluslararası hukuk nezdinde hukuka aykırıdır. Bundan mütevellit idarenin işbu tutumlarından en kısa sürede vazgeçmesi gerekmektedir.